31 Mart 2013 Pazar

Orkidem Açıyor!!

Bir süre önce orkidelerimden bahsetmiştim.  Bir beyaz bir de Fuşya rengi iki orkidem vardı.



Ancak kısa süre içinde çiçeklerini döktüler ve bir yıldır çiçeksiz durumdalardı.  Sabırla bekledim!! Ama hiç bir hareket yok.  Çiçekçilerin önerisi doğrultusunda üzerilerine direkt güneş gelmeyecek, fakat ışık alabilecek yerde duruyorlardı.

Bir süre önce yeğenime gitmiştik.  Onun da birkaç orkidesi var. O da nasılsa bozuluyorlar bol güneş alan bir yere geçireyim bakalım ne olacak diye saksıları direkt güneş alan mutfak camına yerleştirmiş.  Çok güzel coşmuşlar.  Çiçek içindeler.  Ben de bunu görünce hemen cam kenarına koydum.  Bol güneş ve ışık olsun dedim.  Beyaz olana biraz fazla su vermişim, o nedenle çürüdü!! Ama diğeri harika bir şekilde ve çok güzel çiçek açmaya hazırlanıyor.  Çok mutluyum....













30 Mart 2013 Cumartesi

Floransa Gezimiz (Nostalji)

Dün akşam eski resimleri karıştırıyordum.  Eski resimlere bakmak hem güzel hem de biraz hüzün veriyor insana.  Hüzünlü kısmı bir tarafa bırakıp yıllar önce gittiğimiz Floransa resimlerimizi buldum.  Güzel bir geziydi.  
Münih aktarmalı gitmiştik.  Münih'te birkaç saat geçirdikten sonra Floransa uçağına gitmemiz anons edildi. Kapıya gittiğimizde Floransa yolcuları olarak büyük şaşkınlık yaşadık.  Çünkü karşımızda otobüsten az büyücek, yerden neredeyse bir metre yükseklikte minicik bir uçak bizi bekliyordu.  Herkeste bir söylenme başladı bu nasıl uçak diye.  Uçağa girince daha da bir şaşkınlık yaşadık.  Uçağın bir tarafında tek sıra koltuk, diğer tarafında ise ikili koltuk sırası mevcut.  Bildiğimiz bütün duaları ederek yerimize oturduk.  Alpler'in üzerinden geçerken neredeyse el sallasak aşağıdakiler görecekti.  Ve sonunda Floransa için alçalmaya başladık anonsu yapıldı.  Zaten alçaktan uçan uçağımız iyice alçalarak Floransa semalarında süzüldü ve evlerin arasında minik bir hava alanına indiği gibi 50 metre içinde durdu.  Eh artık Floransa'da idik.  Dönüşü düşünmek istemiyordum.

 Michael Angelo tepesinden Floransa görünüşü Ortada görünen kubbe Duomo.  Floransa'da ondan daha yüksek bina yapılmasına izin verilmiyormuş.

Şehir merkezindeki otelimize yerleştik.  Otel çok eski bir bina idi.  Banyo yenilenmiş, konfor tam ama tamamen eski tarz döşeli çok nostaljik güzel bir oteldi.  Her akşam otele döndüğümüzde, yatak kenarlarında "iyi geceler" yazılı paspaslar buluyorduk.  Bir de yatağın üzerine bırakılmış bir kaç küçük çikolata paketi.

Gittiğimiz firma bizi çok güzel ağırlamıştı.  Tanrım ne çok yemek yiyorlar.  Yemek yemekten helak olduk. Bebek enginarlar ile orada tanıştım.  Lale boyutundaki enginarları uzunlamasına ikiye kesip una bulayıp kızartılmış olarak yiyorlar.  Bir süre sonra o firmadan Türkiye'ye gelen kişi bizdeki enginarları görünce çok şaşırmıştı.

İşten arta kalan zamanımızda Floransa'yı biraz gezme fırsatı bulabilmiştik.  Her tarafı tarih kokan bu şehri aslında birkaç günde gezmek mümkün değil.
Meşhur eski köprüleri (Ponte vecchio) Kuyumcular ile dolu bir köprü
Arno nehri üzerindeki birçok köprüden biri
Bu da meşhur pazar yerleri
Duomo'dan görüntüler
Tabi bir miktar alışveriş de yaptık.  Özellikle onların her yemekten sonra içtikleri grappa içkisinden almayı da ihmal etmedik.

Dönüş tabi yine o küçücük uçakla Münih ve oradan İstanbul olarak gerçekleşti.  Bizim bu Florans gezimizden kısa bir süre sonra yeni hava alanları açıldı.  Kısmet işte.....












28 Mart 2013 Perşembe

Bir Alıntı....

Bir blog yazarının yazısını okudum biraz önce. O da bu yazıyı bir yerden alıntı yapmış.  Okudu , çok hoşuma gitti.  Sizlerle de paylaşmak istedim.
İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.

Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. ‘Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli ; Benimle Paylaşmak ister misin?’ diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, ‘Sana yardım edebilirim’ dedi. Çek defterini çıkardı. İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: ‘Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al’ dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.
İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller’ e aitti,yani o gün için dünyanın en zengin adamına. ‘Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim’ diye düşündü. John Rockefeller’ e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı. Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.
Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire ‘Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir’ dedi. ‘Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor’ diye ekledi.Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.
İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı. Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti. Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.
Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok. (Alıntıdır.)
Güzel bir gün dilerim.

27 Mart 2013 Çarşamba

Hindi Köftesi


Bugün hindi köftesi yapıyoruz. Genelde hep beyaz et yediğimizden arada değişiklik olsun diye hindi göğüs alıyordum.  Ama evdekiler sürekli hindi istemiyoruz diye söyleniyorlardı.  Ama hindi göğüs sanki kırmızı et hissi veriyor diye arada değişiklik oluyordu.  Ben de bir gün hindi aldığımda değişik bir şey yapayım da herkes mutlu olsun diye düşündüm.  Köfte yaptım, çok beğenildi.  Şimdi özellikle isteniyor yapsana diye.  (Salçalı hindi köftesinin nasıl görüneceği malum.  Bu nedenle tesadüfen bulduğum bu ilginç çiçek tasarımını paylaşmayı tercih ettim).

Malzemeler:

Hindi göğüs (bir paket)
Bir büyük soğan
2 dilim ekmek (ıslatılmış ve suyu iyice sıkılmış)
Bir çay bardağı kadar galeta unu
Yarım çay bardağı zeytinyağ
Tuz
Karabiber
Bir yumurta
Bir tatlı kaşığı domates salçası

Yapılışı:

Hindi göğsünü yıkayıp fazla suyu gitsin diye kuruladıktan sonra kabaca küp küp doğrayın.  Soğanı da iri parçalar halinde doğrayın.  Ekmekleri de ıslattıktan sonra iyice sıkıp parçalara ayırın.  Eğer robot hepsini alabiliyorsa bütün malzemeleri robota koyarak birlikte çekin.  Eğer robot hepsini almıyorsa,  malzemeleri tek tek değil karışık olarak çekin.  Tek et çekince sert oluyor, bu nedenle soğan ve ekmek karışık çekmek daha iyi sonuç veriyor.

Sonra bu karışımın içine, yumurta, galeta unu, tuz, karabiber, salça ve zeytin yağını da koyarak yoğurun.
Bir tencereye salçalı su hazırlayın ve kaynamaya bırakın.  Köfteleri yuvarladıktan sonra kaynayan salçalı suya atın.  Hepsi bu kadar.

Yanına patates püresi de iyi olur.

Afiyet olsun.


İlginç Evler










İnsan böyle garip evleri neden yapar ve neden böyle bir yerde oturmak ister?  Bakarken bile başım dönüyor. İşte birkaç örnek..




Oysa ben böyle bir evi tercih ederim.

Aslında bizde de böyle ilginç projeler var.  Kadıköy tarafında oturanlar belki bilir, Erenköy civarında bir inşaat var. Biraz da uzun sürdü hala da bitemedi.  Ama çevreye hiç uymuyor.  O sokakta birçok yeni bina yapıldı hepsi çok şık ve güzel, ama bu bahsettiğim bina sanki buruşturulmuş! bir bina gibi.  Hani bazı bardaklar var kağıt bardak formunda olup ta buruşturulmuş gibi, o bina da bana bu hissi veriyor.  Bir de bulunduğu sokağın genel havasına da uymuyor. 

Tabi herkesin beğenisi farklı...

23 Mart 2013 Cumartesi

Sincabım.......

Bu ara çocukluğuma takmış durumdayım.  Çocukken bir sincabım vardı!!  Evet gerçekten bir yavru sincabım vardı.  O zamanlar neden onunla resmimi çekmemişler bilmem.  Sincabımın adı cingöz'dü.  Ben o zamanlar ilkokul birinci sınıftaydım.  O zamanlar dayım ve teyzem de (her ikisi de bekardı ve her ikisi de rahmetli oldular) bizimle birlikte kalıyorlardı.  Daha doğrusu evin bir başka bölümündeydiler. Yani kısacası büyük bir aileydik!!  Dayım da sürprizleri çok severdi.  Bir akşam eve geldiğinde yanına çağırıp cebinden bir kese kağıdı çıkardı.  İçinde bir sincap!!!! Karaköy meydanında adamın biri satıyormuş, dayım da alıvermiş.  Daha yavruydu çok sevdik.  Ben bayıldım.  Tabi annem hemen sincabı yıkadı!!! Evet bir yanlışlık yok onu sabunlayıp yıkadı, pırıl pırıl oldu. Herhalde dünya tarihinde sabunlanan sincap sadece benimkiydi!!! Tabi bu banyo işlemi sık sık tekrarlanıyordu.  Onu hemen evdeki boş bir kuş kafesine koyduk ve biraz fındık verdik banyodan sonra beslensin diye. Fındık yemesi çok güzeldi.  İki ayağının üzerinde oturup elleri ile fındığı tutup önce o sevimli dişleri ile fındığın iç kabuğunu bir çırpıda kazıyıp çıkartıyordu.  Sonra bembeyaz kalan fındığı afiyetle yiyordu.  Çok sevmiştik cingözü.  Ama sürekli kafeste olmaz biraz gezinmesi gerek diye boynuna tasma gibi ip bağlayıp gezdirdiğimi hatırlıyorum.  Zavallı hayvan... Bir de yine rahmetli olan halamı anmadan geçemeyeceğim.  Kadıncağız çok korkardı sincaptan. Çocukluk işte o gelince kafesin kapağını tam oturduğu koltuğun arkasında gizlice açıverirdim.  Bir çırpıda koltuğun arkasına tırmanıp halamın arkasından bakmaya başlayınca pek eğlenirdim.  Aslında muzır bir çocuk değildim ama nedense bu manzara pek hoşuma giderdi

Aradan zaman geçti bizim yavru sincap giderek büyüdü.  Bir sabah uyandığımda evde bir telaştır gidiyor.  Meğer bizim sincap artık yeterince büyüdüğü için kafesi kemirip kaçıvermiş.  Bizimkiler de bir telaş nasıl yakalayacaklarını düşünmekteler.  Kafesi kemiren mobilyaları da kemirir,  hatta yakalarken bizi bile!!!! Neyse güç bela bir çuval gibi bir şey ile yakalayıp ağzını bağladılar ve hemen dayımla babam arabaya koyup uzakta ağaçlık bir yerlere bırakıp geldiler.  Bir süre sonra bahçedeki çam ağacında gördüm cingözü.   Onun olduğundan emindim çünkü annem onu yıkarken kuyruğu süslü olsun diye biraz oksijen sürerdi de ondan, kuyruk sapsarıydı!!  Bahçede birkaç fındık ağacı  vardı,  bir süre bahçede dolandıktan sonra kayboldu ortalıktan.  Artık tekrar kendi doğal hayatına dönüverdi tabi.  İşte benim sincap anım böyleydi.









                                                 


       











22 Mart 2013 Cuma

Filbahri




Çocukluğumda bahçemizde birçok değişik çiçek ve meyve ağacı yanı sıra filbahri çiçeği de vardı.  Doğal bir bahçeydi ama pek çok bitki bulunurdu. Çocukken baharda bahçeden leylak, filbahri, gül toplamak, onları vazolara yerleştirmek benim en büyük tutkumdu. Her gün onların suyunu değiştirmek, bozulanları ayıklamak çok keyif verirdi. Fakat tabi birçok bahçeli evin başına gelen akıbet gibi bizim ev de inşaatçıların hışmına uğrayıp betona dönüştü. Yıllar önce olan bu değişim benim çiçeklere olan tutkumu değiştirmedi.   Hala bitkileri çok severim. Gül, leylak gibi çiçekler etrafta rahatlıkla bulunan bitkiler.  Ama filbahri hiç de kolay bulunmuyor.  Gezip dolaştığım yerlerde bazı bahçelerde görüyorum, ama insanların bahçesinden alamam ya...Sürekli filbahri bulma hevesiyle birçok sera dolaştım. Gençler adını bile bilmiyorlar.  Sonunda Anadolu hisarındaki bir seraya gittim.  Epey büyük bir çiçek bahçesi ve içinde birçok bitki var.  Orada çalışanlara filbahriyi sordum bilemediler.  Dolaşıp bakın, bahçenin arka tarafında birtakım bilmediğimiz bitki var belki bulursunuz dediler. Çalışanlardan birisi bahçenin sahibinin yaşlı bir hanım olduğunu ve onun bilebileceğini söyledi.  Şansım varmış ki biz bakınırken hanım geldi.  Yaşlı ufak tefek bir hanımdı.  Ne aradığımı öğrenince " gel benimle" deyip bahçenin bakımsız kalmış bir köşesine götürdü. Birkaç zavallı dal parçası şeklinde filbahrimi gördüm! Baharda açan bir çiçek olduğundan yaz ortasında sadece yaprakları vardı.  Alıp eve geldim.  Üzerinden 3-4 sene geçti.  Geçen sene onu büyük bir saksıya diktim.  Epeyce bir dal çıkardı, büyüdü. Geçen sene fazla çiçek açmadı, bu sene iyi açar diye umuyorum.  Merakla çiçeklerin çıkmasını bekliyorum.  Şu anda sadece minik yaprakları var.  Daha yeni uyanıyor.  Mis kokulu çiçeklerin açması için sabırsızlanıyorum.
İşte açtığında böyle olacak.  Bu resim internetten alıntı.  Banim çiçeğim de umarım bu şekil açabilir bu sene.  Kokusunu şimdiden duyabiliyorum...


21 Mart 2013 Perşembe

Pancar yaprakları

Birkaç yıl öncesine kadar pancar yapraklarını kullanmazdım.  Hiç bunlardan yemek yapıldığını bilmiyordum.  Ama baharda pancar yaprakları çok güzel görünürdü bana.  Bunlar kullanılamaz mı acaba diye internetten araştırdığımda bu saplardan zeytin yağlı yemek yapıldığını hatta yapraklardan sarma bile yapılabildiğini okudum.  Sarma ile ilgilenmedim ama saplardan gerçekten çok güzel yemek oluyormuş.  Onca zaman bu yaprakları attığıma üzülüyorum.  Artık baharda hep yapraklı pancar arar oldum.  Bugün de markete uğradığımda taze pancarları görünce dayanamadım, hemen eve gelince de yaptım.


Malzemeler:

Pancarların sap ve yaprakları
1 orta boy soğan
zeytin yağ
tuz
1 tatlı kaşığı toz şeker
bir kahve fincanı pirinç


Yapılışı:

Soğanları küp küp, sap ve yaprakları küçük doğrayıp diğer malzemeler ile birlikte pişirin. Soğuduktan sonra afiyetle yiyebilirsiniz.  Pişerken bir diş sarımsak da koyulabilir.  Rengi de çok hoş oluyor, pirinçler de pembe renk alıyorlar tabi.  Üzerine yoğurt koymanızı da öneririm.

Afiyet olsun.

Buğday Salatası

Bazen belli bir yemek ya da salatayı sürekli yapıyorum.  Sonra bir süre aklıma gelmiyor yapmak.  Buğday salatası da öyle.  Bir ara o kadar çok yapıyordum ki.  Bir süredir ara vermiştim.  Kuru domatesli buğday salatası gerçekten çok güzel oluyor.



Malzemeler:
- Bir su bardağı buğday (tabi bu miktar isteğe göre azalabilir ya da çoğalabilir.  Birkaç gün buzdolabında durabildiği için ben bazen biraz fazla haşlayıp yarısını kuru domatesli salata, başka bir öğüne de farklı bir şekilde yapıyorum).
- 8 -10 adet kuru domates
- 2 adet taze soğan (ince doğranmış) (yerine kırmızı soğan da olabilir)
- maydanoz (5-6 dal ince doğranmış)
- bir tatlı kaşığı kuru nane
- tuz
- karabiber
- kırmızı pul biber
- zeytin yağ
- nar ekşisi (veya limon)

Yapılışı:
Islatılmış buğdayları iyice haşlayıp süzün ve soğumaya bırakın,
Kuru domatesleri de bir süre suda bekletip (fazla yumuşamasın) birkaç parçaya bölün.
İnce kıyılmış taze soğan, kuru nane, ve diğer malzemeleri birlikte bir kaba koyup karıştırın.  Sonra bu karışımı buğdayların üzerine ekleyerek iyice karıştırıp servis edin.

Afiyet olsun.

Havuç ve kerevizli, yoğurtlu salataları da başka bir gün anlatacağım.  Bugün kuru domatesli yapıyorum. 



18 Mart 2013 Pazartesi

Yeni Ojelerim

Geçen gün kuaföre gittiğimde beklerken dergilere bakıyordum.  Bir dergide Essie adında yeni bir oje gördüm. Sadece Boyner mağazalarında satılıyormuş.  Dün biraz yürüyüş yaptıktan sonra Şaşkınbakkal'daki Boyner'e girdim.  Bu Essie marka ojelere bayıldım.  Bir dolu rengi var.  Ben sadece beyaz ve çok açık pembe renginden aldım.  Fırçasına bayıldım.  Neden bütün oje fırçalarını böyle yapmamışlar şimdiye kadar. Yassı ve geniş bir fırçası var.  Bu nedenle de çok rahat ve çabuk sürülüyor.  Bir de oje sürerken malum hepimizin kabusu ojenin çizgi çizgi fırça izlerinin kalması.  Özenle sürersin bir de bakarsın yol yol olmuş kuruyunca.  Bu oje hiç öyle olmuyor.  Çok muntazam ve kolay sürülüyor, oldukça da çabuk kuruyor.  Ben çok beğendim, öneririm.  Bir deneyin derim.

16 Mart 2013 Cumartesi

Hobi

Bu sabah hava çok soğuk.  Bizim semtte kar bile yağdı.  Gerçi çok azdı ama yine de havanın ne kadar birden soğuduğunun göstergesi.  Evden çıkmak istemiyorum.  Biraz dolap toplamaya kalktığımda elime yıllar önce yapmış olduğum birtakım el işleri geçti.




Bir arkadaşım yıllardır patchwork yapıyor.  Bunun yanında nakış, kurdele nakışı da yapıyor.  Hatta bir ara gittiği el sanatları derneğinde ders de verdi bu konuda.  Ben de birkaç dersine katılmıştım.  Brezilya ve kurdele nakışı örnekleri yaptım.  Bunları yaptığımı bile unutmuştum.  Görünce paylaşmak istedim.



Bu da arkadaşımın yaptığı.  Avustralya'dan getirttiği kumaş üzeri resimlere kurdele ve Brezilya nakışı ile başka bir boyut kazandırıyor.  Çok güzel değil mi? Sevgili arkadaşımın ellerine sağlık.

15 Mart 2013 Cuma

Zeytinyağlı Bezelye

Ben bezelyeyi zeytinyağlı yapmayı seviyorum. Hem yapması kolay hem de çok lezzetli oluyor.  Benim çocukluğumda evde hep bu şekilde yapılırdı.  Evlendikten sonra eşim de sevince bizim evde başka türlü pişmez oldu.



Malzemeler:

1/2 kilo ayıklanmış bezelye
1 orta boy kuru soğan
2-3 kaşık zeytinyağ
tuz
1 tatlı kaşığı toz şeker
su

Yapılışı:

Soğanı küçük küp küp doğrayın.  Bütün malzemeleri birlikte ekleyip bezelyeler yumuşayıncaya kadar pişirin (düdüklüde 5 dakika).  İstenirse soğan önce hafif pembeleşinceye kadar zeytin yağında çevrilebilir.  Ama ben hepsini çiğden yapmayı sağlık için tercih ediyorum.  Tadı da daha iyi oluyor bana göre.

Pişip tabağa alındığında üzerine 1-2 yemek kaşığı zeytin yağ daha gezdirin.  Soğuyunca üzerine ince kıyılmış dereotu serpin.

Afiyet olsun.



14 Mart 2013 Perşembe

Gezintiden Notlar..

Bugün İstanbul'da çok sıcak bir hava var.  Lodos bizleri epey perişan etti. Yarından sonra hava tekrar soğuyacağı ve yağış geleceği için bugünü değerlendirip yürüyelim dedik.  Tabi sahildeki yürüyüş yolu en ideal yol.  Bol oksijen almanın en ideal yerlerinden biri.


Martılar eşliğinde yaklaşık 3 km yürüdükten sonra Bağdat Caddesi tarafına çıktık.  Önünden geçerken Suadiye Cafe için bir kez daha üzüldüm.  Yıllardır bize güzel yemekler sunan ve keyifle vakit geçirdiğimiz Suadiye Cafe birkaç ay önce kapandı.  Gerçi yerine yine bir Cafe açılacak ama hala tadilatta.  Bence eski hali çok keyifli idi...
Bağdat Caddesine çıkınca Vakkonun bahçesindeki ağaçların muazzam çiçek açtıklarını gördük.  Ama bir de gördük ki çiçekler yapma imiş.  Ama her tarafı pembe bahar dalları ile donatmışlar.  Vakko hep yılbaşı zamanı çok güzel süslemeler yapar ama hiç bahar süslemesi yapmamıştı.  Çok hoş olmuş tabi hemen görüntüledim.



Bütün bahçe pespembeydi ama resimde çok iyi çıkmamışlar...



Bu da vitrini
Bu arada fiyatlar muhteşem................

13 Mart 2013 Çarşamba

Yeni Sezon Vitrinleri

Nihayet bir aydır süregelen koşuşturmalarım sonlandı.  Dün bitirdik sertifika programımızı, sınavlarımızı da olduk!

Artık yaşama geri döndüm ve hemen biraz dolaşmaya çıktım.  Vitrinler bahara ne kadar da güzel hazırlanmışlar.  Lacivert ve yeşil renk hakimiyeti vardı gördüklerimde.  Lacivert zaten çok sevdiğim bir renktir. Çantalar da çok renkli.  Sarı, mavi yeşil renkli çantalar çok keyifli. Bir de pudra rengi bir ayakkabı gördüm bir katalogda, çok beğendim.  Üstelik de topuk çok yüksek değildi.  Ayakkabı konusunda biraz problemliyim.  Çünkü 35 numara giymekteyim!  ve tabi malum çok zor istediğim ayakkabıyı almak.  Artık şansıma hangi ayakkabının 35'i varsa onu kabullenmem gerekiyor.  Ne yapalım kader. Umarım o ayakkabının numarası vardır.  Kısacası tam bahar coşkusu var vitrinlerde.
Bu kısa gezintiyi Palladium AVM'de yaptım.  Genelde hep Mart ayı Palladium bahçe gibi olurdu.  Bir botanik firması bütün katlara bir dolu bitki getirip ortamı bahçeye dönüştürürdü.  Tavşan, kuş gibi hayvanlar da getirirdi.  Yine böyle bir manzara görmek ümidi ile gittim.  Ama bu sene yapmamışlar.  Hayal kırıklığına uğradım.  Lale ve sümbül gibi güzel çiçeklerin yanı sıra kocaman ağaçları bile getiriyorlardı.  Üzüldüm bu sefer göremeyince.  Belki bu sene biraz daha geç yapılacaktır.


Sonuçta sahilde adalara karşı biraz yürüyüş yaptık.Alışveriş daha sonra......


9 Mart 2013 Cumartesi

Bahar geliyor....




Daha önce bir eğitim sürecinden bahsetmiştim.  Hala bitemedi!! Son günler.  Ama ben de çoook yoruldum.  Her şeyin bir zamanı var değil mi?  Benim de bu koşturma için zamanım geçmiş demek.  Neyse birkaç gün sonra artık bitiyor.  Gerçi güzel insanlarla tanışma fırsatı bulduğum için de güzeldi.  Her şeyin bir güzel bir de zor tarafı var işte.  Bu arada baharlar açıvermiş,  dün sabah fark ettim.  Koşturma arası ne zaman açmışlar anlayamadım.  Üstelik de oturduğum sitenin bahçesindekiler bile açmış!........Sadece bunlar değil, birkaç ağaç da açmış.

Biraz çalışmaya mola verdim.  Ama şimdi yemek ve sonra tekrar çalışma zamanı........

2 Mart 2013 Cumartesi

Kuinoa (Quinoa) hakkında

Market dönüşü akşam yemeğine hazırladım.  Biz beğendik.  Kısır havasında oldu.  Ben gerçi tam tariftekileri koymadım.  Zaten hiçbir zaman tarife tam uyamam nedense.  Ya bazı şeyleri koymam ya da kendime göre farklı şeyler eklerim.  Bu da benim tarzım işte.... Ama güzel olmuştu.  Resmini çekemeden bitiverdi.  Artık resim başka sefere....


Kuinoa......(Quinoa)

Merhabalar,

Bugün İstanbul'da güzel bir gün. Gerçi dün de öyle idi.  Uzun süre kapalı ve yağmurlu olunca insan bir şey yapmak istemiyor. Hafif depresiflik geliyor insana.
Dün market alış verişi yaptığımda bir de aylık dergilerinden aldım.  Bir tarif var içinde, kuinoa tarifi.  Adını ben ilk defa duyuyorum. Doğal olarak da hiç yemedim.  Ama çok ilgimi çekti.  Biraz internetten araştırayım dedim.  Demirden zenginmiş, öyleyse oldukça yararlı.  Üstelik bizde de üretiliyormuş.
Aslında bizim kısır gibi bir salata yapmışlar, sadece bunda sarımsak ve peynir de var.   Bakalım tadı nasıl olacak markete almaya gidiyorum.  Tarifini verdiklerine göre marketlerinde de bulunuyordur herhalde.

Değişik tatlar hayata renk katmak için çok güzel bir fırsat.  Umarım güzel bir tattır!..............Yaptıktan sonra nasıl olduğunu paylaşırım.  Şimdi market zamanı.......